Toprak bile artık alarm veriyor…
Midilli Adası’nda mezarlıklar küçüktür.
Çünkü orada ölüler toprağın misafiridir.
Üç yıl sonra mezar açılır, kemikler özenle alınır, taş bir kutuya — “ossuarium” dedikleri küçük bir kemik evine — yerleştirilir.
Aynı yere bir başka insan gömülür.
Böylece hayat, ölümle paylaşmayı öğrenir.
Toprak döngüsünü tamamlar, ada sessizliğini korur.
Ama bir dönem, bu düzen bozulmuş.
Üç yıl geçmiş ama bazı bedenler çürümemiş.
Köylüler şaşkın, rahipler dua ediyor, bilim insanları adaya geliyor.
Yapılan incelemeler sonunda gerçek ortaya çıkıyor:
İnsan bedeni artık doğal değil.
Yıllarca kullanılan antibiyotikler, genetiği değiştirilmiş ürünler, hormonlu gıdalar…
Hepsi insanın içine işlemiş.
Doğa bile bu bedeni sindiremiyor.
O gün, Yunanistan için bir dönüm noktası olmuş.
Sağlık Bakanlığı antibiyotik kullanımını sınırlandırmış, eczanelerde reçetesiz satışlar yasaklanmış.
Gıda üretiminde GDO ve katkı denetimleri artırılmış.
Halk yıllardır bu konuda eğitimler, kamu spotları ve bilinçlendirme çalışmalarıyla desteklenmiş.
Kısacası, bir “çürümeyen beden” hikâyesi, ülke çapında bir uyanışa dönüşmüş.
Bizde ise hâlâ farklı bir tablo var.
Basit bir nezleye bile hemen antibiyotik yazılıyor.
Yemeğin raf ömrü uzun olsun diye kimyasallar ekleniyor, sebze büyüsün diye toprağa hormon basılıyor.
Market raflarındaki ürünlerin içeriğini okumuyoruz,
restoranlarda ne yediğimizi sorgulamıyoruz.
Sonra dönüp soruyoruz: “Neden bu kadar hastayız?”
Belki cevabı çoktan toprak verdi…
Midilli’deki o küçük mezarlıklar aslında bize büyük bir şey söylüyor:
Toprak, insanı her zaman kabul ederdi.
Ama şimdi kirlettiğimiz doğa, bedenimizi bile geri alamıyor.
Bu sadece sağlık meselesi değil.
Bu, yaşam biçimiyle ilgili bir uyarı.
Ne yediğimizi, ne içtiğimizi, neyi sorgulamadan tükettiğimizi düşünmemiz gereken bir uyarı.
Toprak sessizdir ama mesajı nettir:
“Beni kirletirsen, seni bile geri kabul edemem.”
Artık mesele çürümemek değil,
yaşarken çürümeye başlamamakta.